Kuzey Kafkasya Gezisi(3.07-10.7.2025)
Babam Hatay İskenderunlu, Annem ise Adapazarı Orman Şevkiye Köyüne 1864 sürgününde gelen Abhazların soyundandır. Çocukluğumu kardeşlerimle birlikte yaz tatillerinde Abhaz dedem ve anneannemin yanında geçirdim. Kendileri Türkiye topraklarında doğmuş olsalar da, göç eden büyüklerinin nesilden nesile aktardıkları öyküleri dinleme, yemekleri tatma, görkemli düğünlere katılma şansı buldum. Onların dillerinin, gelenek ve göreneklerinin o kadar çok etkisinde kaldım ki ben de anne tarafından da olsa kendimi Abaza sayıyorum. Bu nedenle SSCB’nin dağıldığı, Çerkez ve Abhaz anavatanının kapıları aralandığı günden beri rahmetli annem ile bu topraklara gitme fırsatı kolluyordum. Ne yazık ki 2020 yılında Onu, Çanakkale savaşında şehit düşen dedesi gibi, sonsuzluğa uğurlayınca, bu seyahati onun anısına gerçekleştirmeye karar verdim.
- Geziye, 30 saat sürecek bir yolculuğu yarılamak amacıyla 3 Temmuz da Hopa’dan katılmayı tercih ettim. Bir önceki gece otobüsle 15 saat yol giderek Hopa Öğretmenevinde konakladım. Ardahan’dan gelen Onur Bey’in de geziye Hopa’dan katılacağını ve aynı yerde konaklayacağını öğrenince, iletişim kurarak sabah buluştuk.
Onur Bey, iç içe 3 valiz götürdüğünü söyleyerek: ”Anavatana ilk kez gidiyorum, hep bu anı bekledim, kız kardeşlerim bana geleneksel kıyafetler ısmarladı. Onlara telefonla kıyafetleri gösterecek ve beğendiklerini alacağım. Bu valizler yeter mi bilmem” deyince, doğrusu göze aldığı zahmete şaşırdım. Yakınları için her şeye katlanmak “Adige”liğin bir özelliği değil miydi?
Grubu beklerken birlikte gezi programını inceledik. Anavatana gitme heyecanı her halinden hissedilen Onur Bey, gideceğimiz bölge, gezilecek yerler hakkında topladığı tarihi ve turistik bilgileri paylaşmaktan keyif alıyordu.
YOLA ÇIKIYORUZ…
Öğlen saatlerinde geziye katılanları diğer buluşma noktalarından toplayan Tur otobüsü ile buluşarak sınıra doğru hareket ettik. Havada yağmur bulutları dolaşırken kafilemiz için, Hopa kaymakamlığı Dinlenme tesislerinde yemek ve ihtiyaç molası verildi.
Yola çıkmadan ortak bir kasa oluşturulmuş, el birliği ile Nalçik’e gidene kadar molalarda yenilecek, içilecek, atıştırmalık malzemeler marifetli hanımlar tarafından hazırlanmış, Çerkes Sanatçılara sunulacak hediye paketleri (Kahve ve Lokum) temin edilmişti. Her molada bunlar ortaya çıkarılıyor, herkesin yiyebileceği gibi düzgün bir şekilde servis ediliyordu. Molalar dışında Otobüste sırayla getirilen sarmalar, dolmalar, börekler, poğaçalar, kuruyemişler, içecekler, ikramlar gezi boyunca eksik olmadı. Bu da bir “Adige” olma farkı sanırım.
Mola’dan sonra kısa bir yolculukla Sarp Sınır kapısına ulaştık. Otobüste herkes kendi valizini çantasını yüklenip, Gürcistan Sınırındaki işlemleri sorun çıkmadan tamamladı. Kafkasya’ya kadar bir 10 saat yolumuz vardı. Batum, Chakvi, Samtredia, Zestaponi, Khashuri, Kareli, Gori yakınlarından geçecek, Mtskheta civarından yukarı tırmanarak Dusheti ,Stepatsminda yolunu izleyerek Lars Sınır Kapısına varacaktık.

YOL ÜSTÜNDEKİ ZENGİNLİKLER…
Küçükbaş hayvancılık da bölgenin geçim kaynaklarından biri. Öyle sanıldığı gibi 1,2 hayvan ile yapmıyorlar bu işi. Mart-Nisan aylarında 5.000 tane koyun alıyor, sürünün başına maaşlı çalışan dört beş tane atlı çobanı tutuyor ve hayvanları otlatmak için dağlara, otlaklara gönderiyorlar. Sürü, Ekim-Kasım aylarında tekrar köye döndüğünde koyun adedi 10.000’e ulaşmış oluyor ve kesip satılıyor.
Yol kenarında dağlardan eriyen karların oluşturduğu şelalelere ve bol miktarda küçük göllere rastlıyoruz. Akarsular tarafından beslenen bu göller de devlete ait ancak balık avlamak için kiralanabiliyor. Örneğin 4 saatliğine 5.000 ruble yani yaklaşık 2.500 TL ödeyerek kiraladığınız bir gölden, aynalı sazan, yayın balığı gibi tatlı su balıkları avlanabilir ve tuttuğunuz balıkları yiyebilir ya da satabilirsiniz.
Orman Bölgesinde ateş yakmak ve avlanmak yasak. Buralarda çevre koruma görevlileri var. Çevre temizliği için büyük bir bütçe ayrılıyormuş. Uymayanları yakaladıkları zaman cezası çok büyük. Orman kıyısından geçen yollar ve etraftaki araziler o kadar temiz ki, bir tek çöp göremiyorsunuz. Keşke Ülkemiz de de böyle olsaydı da bu yıl bu kadar çok orman yangını yaşanmasaydı. Ormanlar o kadar sık görünüyor ki insanlar buradan yürüyerek geçmek neredeyse imkansız. Özellikle sık orman ve dağlarda ayı, domuz ve kurt gibi tehlikeli hayvanlara ve “Kafkas Engereği” denilen zehirli bir yılana özellikle dikkat etmemiz gerektiğini söylüyorlar. Etkileyici manzaraların birbiri ardına önümüze serildiği yolu keyifle tamamlayarak Mavi Göl’e varıyoruz.
MAVİ GÖL
Mavi Göl Rusya Federasyonuna Bağlı Kabartay-Balkar Cumhuriyetinin Elbruz dağından sonra en önemli turistik yeri. Çegem ve Zalka vadileri arasında kalan ve en derin yeri 280 metreye ulaşan bu göl özellikle iç turistlerin vazgeçilmez uğrak noktası.
Gölün eşsiz manzarasını izlerken, yörede yaşayan kadınların el emeği ile yaptıkları çeşit çeşit ürünlerle bezeli pazaryerinin içinden geçiyor ve nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Çeşit çeşit yün örgüler ve dantel işlemelerle donatılmış kumaşların yanı sıra, bölgeye özlü şifalı otları ve çeşit çeşit yiyecekleri bu pazarda bulmak mümkün. Satıcı kadınların dillerini anlamasak da Çerkesce ve Rusça konuşmaları bize çeviriyorlar. Ben de boğaz ağrılarına iyi geldiğini söyledikleri kozalak şurubundan alıyorum. Bir taraftan da çaktırmadan pazarcıların fotoğrafını çekiyorum zira objektifi görünce saklanıveriyorlar.
ÇEREK VADİSİ
Buradan Çerek vadisine gideceğiz. Ancak vadiye giden 10 kilometrelik yolda büyük otobüslerle ilerlemek mümkün değil. 64 kişilik kalabalık bir tur olduğumuz için 15’er kişilik guruplara ayrılarak minibüsle vadiye, parti parti ulaşıyoruz.
ÇerekVadisi, hem doğa güzellikleriyle hem de dağ kültürüyle Kafkasya’nın en vahşi ve etkileyici yerlerinden biri, görülmeye değer. Kanyonu gezerken yine kenarlarda alışveriş tezgahları bulunuyor.Yöresel el yapımı ürünler, Kışlık kalın giysiler, çoraplar, şallar, hediyelik eşyalar satan satıcılar grubumuzun ilgisini çekiyor. Semaverlerde demledikleri gilaburu çayından ikram ediyorlar bize.Satışı yapılan kalpaklara ve başlıklara bakılırsa, kışları bu bölge oldukça soğuk geçiyor.
Hep birlikte toparlanınca araçlara binip şarkılı, türkülü ve bol ikramlı yolculuğumuza devam edip Nalçik’e dönüyoruz.Ben odama çekiliyorum ancak gezi sonrası WhatsUp grubuna gönderilen fotoğraflardan anlaşıldığına göre “Anavatan Ziyareti “ niyeti ile buraya gelen Adigeler, yakınları ile buluşup geceleri farklı eğlencelere katılıp bu gezinin tadını daha iyi çıkarmışlar.
GELENEKSEL KIYAFETLER SATAN MODAEVİ
Gezinin ikinci gününde kahvaltıdan sonra Nalçik’te Bir geleneksel kıyafetler diken bir Moda evini ziyaret ettik. Geleneksel kıyafet arayan herkesin kesesine değilse de göz zevkine hitap eden bu dükkân hediyelik takılar, kemerler, giysiler arayanlar için çok cazipti.
ŞEGEM ŞELALESİ VE BALKARLAR
Nalçik’e 50 km uzakta bulunan Şegem bölgesinde daha çok Türk Kökenli bir halk olan Balkarlar yaşıyor. II.Dünya savaşında Almanlar bu bölgeye kadar gelmişler ve Balkarlardan onlara yardım edenler olmuş. Bu iddia nedeniyle Stalin 1944’te ihanetle suçladığı Balkarların tamamını toplayıp yük trenleri ile Türkmenistan Kazakistan ve Kırgızistan’a sürmüş.Bu sürgün nedeniyle yolda ölenler olmuş.Köyleri hep dağılmış. 10 yıl kadar sonra 1957 de af çıkartılmış ve geri dönmüşler. İşin en acı yanı 1989’da Sovyet hükümeti, bu ihanet iddiasının tamamen asılsız olduğunu kabul etmiş.
Yolda bazı yerlerde anlam veremediğimiz üst üste yerleştirilmiş büyük taşlar görüyoruz. Bunlar göçebe bir toplum olan Balkarların, göç öncesinde bıraktıkları yerleri geri döndüklerinde tanımak için kullanmak için yaptıkları sembollermiş. Dağcılık, hayvancılık ve el sanatları, atçılık, kılıç yapımı, keçeden yapılan geleneksel giysiler, mutfaklarında etli hamur işleri (hingal, orama) Balkar kültürlerinin bir parçası..Adigelerde de bulunan “Xabze” adı verilen geleneksel ahlak kuralları hâlâ yaşatılıyor.
MÜZİKLİ AKŞAM YEMEĞİ
Nalçık’a döndüğümüzde, turizm şirketimiz bize sabah kahvaltılarımızı yaptığımız Akropolis Restoranda müzikli, danslı bir organizasyon düzenlendi. Herkesin, yanında getirdiği en güzel kıyafetleri giyip katıldığı gece, birinci katta Türkiye’den anavatanlarına yerleşen çerkeslerin katılımı ile bir karşılama töreni ile başladı. Restoranın 3. Katında bulunan, bölge kültürünü anlatan objelerin toplandığı müzeyi ziyaret ederek devam etti.
Daha sonra eğlencenin olacağı orta katta ki salona alındık. Hazırlıkların büyük birözenle yapıldığı her halinden belliydi. Çerkes aşçıların elinden çıkan yöresel yemekler, küçük porsiyonlar halinde sırayla bize ikram edildi. Burada tattığım pek çok yemeğin, aslında çocukluğumda anneannem tarafından yapılan yemeklere benzediğini görünce bu topraklara geldiğim için bir kez daha mutluluk duydum. Ancak Yemeklerin isimlerini buraya yazsam yanlış yazarım korkusundan hiçbirinin adını vermeyeceğim. Bu kadar Çerkes bir arada olur da oyun oynamazlar mı? Onlar oynadı, biz de izlemekten keyif aldık. Yerel sanatçılara Türkiye’den gelen hediyeler takdim edilerek teşekkür edildi.
ELBRUZ DAĞI
Ertesi gün erkenden Elbruz Dağı’nın turistik merkezi olan Terskol / Prielbrusye bölgesine doğru yola çıktık. Nalçik’e yaklaşık 120–130 km uzaklıkta ve yol yaklaşık 3 saat sürecek. Rehberimiz,Astemir Apanasovve, TimurLosan gibi sanatçıların Çerkes Müziklerini çalmaya başlayınca, adeta zaman da hızlandı. Herkes otobüste alkış tutuyor ve yol, muhteşem manzaralar içinde büyük bir keyifle akıp gidiyordu.
Yol üzerindeki köyler yoksul değil. Tam tersine nüfusu 30.000’e ulaşan adeta ilçe büyüklüğüne ulaşmış içinde Okul, Sağlık Ocağı, Hastane, Spor Salonu, Kültür Merkezi köylerden geçiyoruz. Köy halkı her türlü sosyalleşme imkanına sahip. Köyde yaşayan çocuklardan spora , müziğe, resme yetenekli olanlar bir dilekçe ile Bakanlığa bildiriliyor ve bakanlık bunların özel eğitimi için Köye uzman gönderip eğitimleri ile özel olarak ilgilenmesini sağlıyor. Aslında bu köylerin bu kadar gelişmiş olmasının en önemli nedeni iyi planlanarak kurulması.
Meyve bahçelerine her meyvenin en iyi cins tohumunu bularak yetiştirmişler.Elmalar çok lezzetli.Avrupa’dan en iyi cins büyükbaş hayvanları getirip bunları çoğaltmışlar.Anayolların etrafı akağaç, karaağaç ve ceviz ağacı ile kaplı.Ceviz kaliteli bir ceviz değilmiş, kuşlar da yer diye ekmişler.Kendileri de pek toplamadıklarından yerlere dökülüyor ama ağaçlar oldukça büyük.Kafkaslarda uzun ömürlü insanların olması bu güzelliklerden. “Suların aktığı, kuşların cıvıldadığı, Atların bozkırlarda koştuğu, turkuaz renkli göller ve şırıl şırıl akan şelaleler” bizlerde cenneti böyle hayal etmez miyiz?..
Sonunda Elbruz dağının eteklerine varıyoruz. İki başlı olan Elbruz Dağı, 5.642 m’lik Batı zirvesi ve 4.621 m’lik doğu zirvesi ile Avrupa kıtasının en yüksek zirvesi olarak kabul ediliyor ve bu nedenle "Avrupa'nın çatısı" olarak da anılıyor. Bu sönmüş volkanik dağ, bulutların ötesine uzanmasına rağmen içinde hâlâ hareketli bir yaşam, köklü bir tarih, türlü efsaneler barındırıyor. Bu yüzden dağcılar için çok popüler bir hedef.Tırmanışı teknik olarak çok zor olmasa da yüksek irtifa ve ani hava değişiklikleri tehlike yaratabiliyor.
Türkiye’de 2004 yılında Kaçkar Dağının 3.937 metredeki zirvesine güzel bir rotadan Gezginder ile doğa yürüyüşü yaparak tırmanmıştım. Bugün biz, Elbruz dağının 3847 metresine kadar üç aşamalı teleferik sistemi ile çıkacağız.Doğrusu çok heyecan duymuyorum.Güzelim dağı turizme açarak sanki biraz yazık etmişler .Hava çok güzel, güneşli ve berrak.8 kişilik Teleferiklere biletimizi alıp biniyoruz.Biletimizi hiç kaybetmeden 3 aşama çıkıp, en tepe de keyif yaparak, fotoğraf çekip, etrafı seyrederek karlı zirvesine hayran kalıyor ve tekrar 3 aşamalı teleferikle inişe geçiyoruz. Birkaç yıl yapımı başlanan 4. Etap teleferik hattıyla Elbruz Dağı’nın dört binli metrelerine çıkmak mümkün olacak.
Rezervasyonumuz olmadan kalabalık kadromuzla lokantaya girdiğimizde Lokantanın sahibi bizi sıcak karşılasa da yeterli hizmeti veremedi. Biz de durumun farkındaydık bu nedenle sadece Mısır Çorbası sipariş vermiştik. Hizmet gelmeyince grupta Nalçik’li akrabalar misafirlerin aç kalmasına razı olmadılar. Toplu bir kalkış yaparak yandaki tabldot veren başka bir lokantaya geçip karınlarını doyurdular.(Biz Mısır Çorbasını içenlerdendik.) Buna çok üzülen Lokanta sahibi grubumuzdan öyle güzel özür diledi ki bir an gece hiç bitmeyecek sandım. Müzisyenler ve Mızıkalar geldi Çerkes oyunları oynanmaya başlandı. Gece tatlıya bağlandı. Bu da bir Adige farkı sanırım.
NALÇIK
Günlerdir otobüs yolculukları ile doğal güzellikleri ziyaret ettiğimiz için artık tempoyu biraz düşürmenin zamanı geldi. Bugünü Nalçik’i keşfetmeye ayırıyor yerel kültürün derinliklerine dalıyoruz.
Bu müze, Kabardey‑Balkar halklarının kimliğini, doğasını ve tarihini bütünsel biçimde sunan kesinlikle görülmeye değer bir kültür alanı. Bölgenin coğrafyasına ait canlı ve kurutulmuş bitki örnekleri, zengin florası, faunası, mineralleri ve jeolojik yapısının yanı sıra Kabardey ve Balkar halklarının geçmişi, gelenekleri, yerleşim biçimleri, arkeolojik buluntular, etnografik objeler ve el sanatları örnekleri ile kültürel miras sergileniyor. Müzede ayrıca Balkarların 1944 de Stalin tarafından yapılan sürgünü ve 1957 sonrası dönüşün kültürel etkilerini anlatan bir sergi de bulunuyor.
Fotoğraf sanatı ile ilgilendiğim için müzenin ikinci katında yer alan ve yerel sanatçıların eserlerinden oluşan Kafkas Dağ Keçisi Fotoğraf Sergisi özellikle ilgimi çekti. Bu toprakların çok başarılı Fotoğraf sanatçıları da bu sergi ile öğrenme şansı buldum.
YAŞAM AĞACI ANITI
Müzeden çıkınca Nalçık Parkı’nda yer alan “Yaşam Ağacı Anıtı”nı görmeye geldik. Bu anıt, 1763–1864 Kafkas-Rus savaşlarında hayatını kaybeden Çerkes halkının anısına yapılmış. Anıtın yedi figürlü kompozisyonu anne ve baba figürleri, halkın soykırıma rağmen yok olmadığını; yaşamaya ve çoğalmaya devam ettiğini simgeliyor. Arka plandaki "Га" harfi ve çevresindeki 12 yıldız, Adige boylarını ve kimliğin sürekliliğini temsil ediyor.
Üzerindeki yazı: “Adıgelere – Kafkasya’daki askeri ve siyasi olayların kurbanları. 1763–1864.”Heykeltıraş: Gushapshe Arsen
MARIA MEYDANI VE TEMURKOVA HEYKELİ
Sırada, Maria Meydanı var. Meydana bakan görkemli heykel, Kabartay ile Rusların dostluklarının sembolü olan Maria Temrukova’nın Heykeli. Kabartay prensi Temruk İdare’nin kızı olan Maria Temrukova, tarihte Rus Çarı IV. İvan’ın (Korkunç İvan) ikinci eşi olarak biliniyor. Bu evlilik, Çerkes-Rus ilişkilerinde tarihi bir dönemeç olan kabul ediliyor. Maria’nın Elinde tuttuğu kağıt Kabartay bölgesinin tapu senedi.Onun sayesinde Kabartaylar bu bölge de kalmışlar. Yüzü Moskova’ya dönük olarak inşa edilen bu heykel, Maria'nın, hem doğu hem batı kültürleri arasında bir köprü olduğunu vurguluyor. Maria, iki halkın dostluğunu sağlamış olsa da, öykünün sonu hüzünle ile bitiyor. Çünkü çarlık tarihinde 17 yaşında müslüman bir Çerkes prensesinin saraya gelmesi önemli bir olay olmuş. Zavallı kadın, sarayda çevrilen entrikalarla Henüz 25 yaşında iken zehirlenerek öldürülmüş.
KABARTAY KÜLTÜRÜNÜ DÜNYAYA AÇAN MODACI
SOSRUKO TEPESİ
Modaevinden ayrıldığımızda, Nalçik şehir merkezine 5.5 kilometre uzakta bulunan Sosruko tepesine gidiyoruz. Kafkas mitolojisinin kahramanı Sosruko, cesaretin, özgürlüğün, ateşin ve yaratıcılığın sembolü olarak kabul ediliyor. Sosruko Anıtı’nın yüksek bir tepeye yerleştirilmesi, halkın tarihine, dağları ve kültürüyle bağ kurmasını simgeliyormuş. Malaya Kizilovka Dağı üzerinde, yüksekliği 600-650 m civarında olup buraya aşağıdaki parktan, göl üzerinden Telesiyej ile çıkmak mümkün. Ben ve gruptan üç arkadaşım, telesiyeje binmek yerine tepeye taksi ile girmeyi tercih ediyoruz. Anıtın bulunduğu tepede restoran, cafe, eğlence yerleri ve Sosruko müzesi bulunuyor. Burası, hem kültürel hem estetik olarak halkın kimliğini yücelten, iz bırakıcı bir anıt niteliğinde ve şehrin çoğu noktasından görünüyor.Nalçik’e gidip de görmeden olmaz denilen anıtlardan biri.Biz çıkamadık ama siz Telesiyej ile çıkmaya çekinmeyin. (Orijinal görünümü internetten aldım).
SON GÜN
Levent Bey bizi dönüş yolu için gerekli kumanyayı ve yakınlarımıza hediye ufak tefek bir şeyler almak için büyük bir markete götürdü. Marketin tam karşısında Kabardey Kahramanları anıtı ile karşılaştık.Bu Anıt Abhaz-Gürcü Savaşı (1992-1993) sırasında ve sonrasında Gürcülerle girilen çatışmalarda Abhaz bağımsızlığı uğruna kendilerini feda eden 57 Kabardey Çerkesinin onuruna dikilmişti.Modern tarzda yapılmış, halkın birliğini ve dayanışmasını soyut bir şekilde simgeliyordu.
Ulus tarihi bilincini güçlendirmek ve ortak hafızayı kalıcı kılmak amacı ile Nalçik ve civarında sürgün, soykırım ve bağımsızlık mücadelesi gibi tarihi olaylara gönderme yapan çok sayıda anıt var. Ben sadece ziyaret ettiklerimiz kadarına yer verebildim.
Dönüş yoluna çıktık ama dün gerçekleştiremediğimiz bir şato gezisi vardı. Çegem bölgesinde yer alan Erkenov Şatosu yolumuzun üstünde olduğu için giderken göreceğiz.Levent Bey vaat ettiği programı tamamlama niyetinde. Üzüm bağlarının arasında bir gölün ortasında yer alan bu şatoda Şarap üretiliyormuş. Bizim Ankara’dan gittiğimiz Gölcük veya Abant Gölü Tesislerini andırıyor. Ortaçağ mimarisi ve ince bir taş işçiliği ile inşa edilen şatonun etrafında bir kafeterya da bulunuyor çevresinde ki gölde kuğular, ördekler, tavus kuşları yeşillikler arasında estetik ve huzur vererek dolaşıyor. Görmeden geçilemeyecek bir yermiş doğrusu.
Bizim grupta ki arkadaşlar için de ayrıca bir önem arz ettiğini sonradan yolda öğreniyorum. Yerek sülalesini arayan dostlarımız bu şatonun kendi akrabalarının soyundan Murat Yerkenov tarafından yapıldığını öğreniyorlar. Tam da şato sahibi akrabalarımızı bulduk derken,Yerkenov’un şatoyu, Erek sülalesine sattığını ve Yerkenov şatosunun adının artık Erkenov şatosu olduğunu öğreniyorlar. Ama diğer tarafta Erkenov’un sülalesi de yine bizim gruptan Erken sülalesinin akrabası çıkıyor.
Şato iki aile arasında birkaç dakikada el değiştiriyor. Böyle hoş , komik öyküler dinleyerek Kabarday-Balkar Cumhuriyetinden ayrılıyoruz. Yarı uykulu yarı uyanık sınır geçişlerini tamamlıyoruz.
Gürcistan’dan çıktığımızda, yolculuğun ilk mola yeri olan Hopa Kaymakamlığı Dinlenme tesislerinde yeniden duraklıyoruz. Bu demektir ki önümüzde daha 15 saat yolumuz var.
Belki de asıl yol, şimdi başlıyor. Belki de içimizde hiç bitmeyen başka bir yolculuk.
Bir Çerkes Atasözü der ki: “Her insanın yüreği, vatanında huzur bulur. “
NOT: Bu güzel yolculuğu mümkün kılan Sevgili Levent Kaplan ve Hayri Duman’a, emek veren tüm organizasyon ekibine ve yolda tanıştığım değerli arkadaşlara içten teşekkür ederim. Bu gezi hem görülen yerlerle hem de kurulan dostluklarla unutulmaz yolculuklarım arasında yerini alacak. Bana bu yazıyı yazmam için ilham ve teşvik veren KAFFED Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Atalar’a da teşekkür etmeyi bir borç bilirim.